13 Kasım 2020 Cuma

Delilik ile Dahilik Arasında: The Queen's Gambit


 Dizi sektöründe Covid-19'un oluşturduğu olumsuz etkinin giderek arttığı şu günlerde, bir dizi tüm dünyada ses getirebilmeyi başardı. İlk bölümünden sonuna dek kendimizi bir satranç oyununun içerisinde hissetmemize yol açan The Queen's Gambit, pek çok yönüyle izleyici üzerinde etki oluşturabiliyor. 

Dizi, Walter Travis'in 1983 yılında yayınladığı aynı isimli romanından bir uyarlama. 9 yaşında iken yetimhanede kalmaya başlayan Elizabeth Harmon'ı ve onun satranç, ilaç ve alkol bağımlılığı ve yalnızlığıyla geçen hayatını anlatıyor. 

Gambit, satrançta daha avantajlı bir noktaya ulaşabilmek için bir taşını feda etmek anlamına gelir. Vezir gambiti de bu yöntemlerden biri. Harmon'ın hayatı da türlü kayıplardan oluşuyor. Anne ve babası, üvey annesi ve üvey babası, yakın arkadaşları ve ona satrancı öğreten Bay Shaibel, Harmon'ın en önemli kayıpları. 

Satranç tahtasının merkezde yer aldığı bu dizide 60'ların ABD'si, ırkçılık, soğuk savaş gibi alt başlıklar da yer alıyor. Uzun bir dizi olabilmesini sağlayacak içeriğe sahip iken yedi bölümde tüm hikaye tamamlanıyor. 

Harmon oyun tahtasındaki düşünme süreçleriyle, zihninde kendi kendine oluşturduğu oyun kurgularıyla, sert ve acımasız açılışlarıyla bizlerin tozlu raflardaki satranç takımlarımızı indirmemizi sağlıyor. Beyin gücünün göstergesi ve varoluşun bir şekli olarak satrancı yeniden tanımamıza imkan veriyor. 

Dizi, üzerinde durulması gereken pek çok sahne barındırıyor. Yetimhaneye gelen aileleri pencereden izleyişleri, üvey annenin hikayesi, Harmon'ın ödemediği 10 dolar borcu bunlardan bazıları. Ancak benim açımdan en dikkat çeken sahne, Harmon'ın Rusya'da iken sokakta satranç oynadığı yaşlı adamın duruşu ve bakışlarıyla Bay Shaibel'a olan benzerliğiydi. 

The Queen's Gambit, sınırlarda yaşayan bir dahinin hikayesi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder