Hepimiz, aşmak gereken türlü engellerle dolu bir hayattayız. Girmemiz gereken sınavlar olur, işimizde ulaşmamız gereken hedefler vardır, insan ilişkilerinde çözülmesi zor çıkmazlarla karşılaşırız. Hepsinin yanında bir de gündelik hayatımızda ayrı ayrı sorumluluklara sahibizdir. Yarına ulaşmak için bir mücadele veririz. Tüm bu uğraşları dikkate aldığımızda şu sorunun cevabı ne olabilir: Bir insan nasıl roman yazmak gibi zorlu bir eyleme kalkışmaya karar verir?
Soruya Japon yazar Haruki Murakami'nin yaşamı üzerinden bakalım.
Murakami, gençliğini yorucu iş yaşamıyla geçirdi. Gün içinde vaktinin büyük kısmında, işlettiği barda bulunuyordu. Borçlarını ödeyebilmek için yoğun çalışma temposunu sürdürmesi gerekliydi. Kendine ayırabildiği kısıtlı zamanlarda ise kitaplarla ilgileniyordu. Küçük yaşlardan itibaren kitaplar değişmeyen ilgi alanını oluşturdu. 1978 yılında bir öğleden sonra stadyumda beyzbol maçı izlemeye gitti. Desteklediği takımın oyuncusu, kendisine doğru gelen topu karşılayacaktı. Sopasıyla topa vurdu ve tüm statta o çarpmanın haz verici sesi duyuldu. O sesin Murakami için yaktığı ışık "Ben roman yazabilirim." şeklinde oldu. Bu maçtan 6 ay sonra Murakami'nin ilk romanı Rüzgarın Şarkısını Dinle ortaya çıktı.
Murakami için süreç böyle başladı. Bugün, Nobel edebiyat ödülü aday listeleri gündeme geldiğinde, onun ismi de hep konuşuluyor. Her yazarın, ilk adımı atmasını sağlayan olaylar birbirinden çok farklı olabiliyor. İlk kıvılcım, insanlığın ortak kültür mirasına önemli katkı sağlayacak büyüklüğe ulaşabiliyor.
Roman yazmak, kendi kontrolünüzde yeni bir dünya kurgulamaktır. Her bir detay, üstün bir işçilik gerektirir. Bir cümleyi oluşturmak kimi zaman günler alabilir. Bu zorlu yolculuğu başlayacak olayın, tetikleyecek gücün ortaya çıkışı her yazarda beklenmedik bir anda meydana gelebilir.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder